DEVAM: 2- Rasulullah
(sallallahu aleyhi ve sellem)'eYaIan Uydurmanın Ağır Vebal Olduğu Babı
وحدثنا
محمد بن عبيد
الغبري. حدثنا
أبو عوانة، عن
أبي حصين، عن
أبي صالح، عن
أبي هريرة؛ قال:
قال رسول الله
صلى الله عليه
وسلم. "من كذب
علي متعمدا
فليتبوأ
مقعده من
النار".
[:-4-:] (3 / 3) Bize Muhammed b. Ubeyd el-Guberi rivayet etti.
(Dedi ki:) Bize Ebu Avane, Ebu Hasîn'den o da Ebu Salih'den o da Ebu
Hureyre'den naklen rivayet etti.Ebu Hureyre şöyle demiş:
Resulllah (Sallallahu aleyhi ve sellem): *Her kim benim üzerimden kasden yalan
söylerse Cehennemdeki yerine hazır olsun.* buyurdular.
Diğer tahric: Buhari, had. no: 6197
-uzunca-; Tuhfetu'l-Eşraf, 12852
NEVEVİ ŞERHİ:
(HADİS’İN SENED’İ) Senetteki "Muhammed
b. Ubeydullah el-Gubari" deki" el-Gubari", Bekr b. Vail oğulları
arasında bilinen bir kabilenin atası olan "Guber"e nispettir. Sözünü
ettiğimiz Muhammed Basralıdır. Ebu
Avane'nin adı, Vaddah b. Abdullah el-Vasıti'dir.
Ebu
Hasin isminin ha harfi fethalı, sad kesreli okunacağı daha önceki fasılıarda
geçmiş bulunmaktadır. Orada belirttiğimiz üzere Buhari ve Müslim'in
Sahihlerinde benzeri isim de başka bir ravi yoktur. Onun dışında aynı harflerle
isimleri yazılanların ismi ise ha ötreli, sad fethalı olmak üzere Husayn
şeklindedir. Bundan tek istisna ise dat harfi ile yazılan "Hudayn b.
el-Münzir"dir. Ebu Hasin'in adı Osman b. Asım el-Esedi el-Kufı'dir,
tabiindendir.
Ebu
Salih ise es-Semman diye bilinir. ez-Zeyyat da denilir. Adı Zekvan'dır. Kendisi
Kufe'ye zeytinyağı ve yağ getirirdi. Aslen Medineli'dir. 101 yılında vefat
etmiştir. Her birisi "Ebu Salih" diye anılan onun derecesinde ve ona
yakın birkaç kişi daha vardır.
Ebu
Hureyre, bu künyeyi alan ilk kişidir. Onun ve babasının adı hakkında yaklaşık
otuz farklı görüş vardır. Bunların en sahih olanları ise Abdurrahman b. Sahr
olduğudur. Ebu Ömer b. Abdilberr dedi ki: Bu hususta çokça ihtilaf edildiğinden
ötürü bana göre kendisine itimat edilecek sahih bir rivayet yoktur. Bundan
Abdullah ve Abdurrahman müstesnadır. Müslüman olduktan sonraki ismi hususunda
kalbin daha çok yattığı bu isimlerdir. (İbn Abdilberr devamla) dedi ki:
Muhammed b. İshak dedi ki: Adı Abdurrahman b. Sahr'dır. (İbn Abdilberr) dedi
ki: İşte isimlere ve künyelere dair eser tasnif etmiş bir kısım ilim adamı buna
itimat etmiştir. Hakim Ebu Ahmed de
böyle demiştir: Onun ismi hususunda bize göre en sahih kanaat Abdurrahman b.
Sahr olduğudur.
Ona
"Ebu Hureyre" künyesinin veriliş sebebine gelince, küçükken
kendisiyle oynadığı küçük bir kedisi varmış. Ebu Hureyre (radıyallahu anh) pek
büyük bir menkıbesi bulunmaktadır. O da Raslilullah {sallallahu aleyhi ve
sellem)'den en çok rivayeti bulunan sahabinin kendisi olmasıdır. İmam, hafız
Bakiy b. Mahled el-Endelusi Müsned'inde Ebu Hureyre'nin 5374 hadisini rivayet
etmektedir. Ashab-ı Kiram (radıyallahu anh) arasında bu kadar hadis rivayeti
bulunanı da, buna yaklaşanı da yoktur.
İmam
Şafii -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dedi ki: Ebu Hureyre kendi zamanında
hadis rivayet edenlerin en hafızıdır. Ebu Hureyre'nin Medine'nin Zu'l-huleyfe
mıntıkasında kaldığı bir evi vardı. 59 yılında 78 yaşında Medine' de vefat
etti. Baki'de defnedildi. Aişe (radıyallahu anha) da ondan kısa bir süre önce
vefat etmişti. Ebu Hureyre de onun cenaze namazını kıldırmıştı. Ebu Hureyre'nin
57 yılında vefat ettiği söylendiği gibi 58 yılında vefat ettiği de
söylenmiştir. Doğrusu 59 yılında vefat ettiğidir. Kendisi Suffe'de yaşayan ve
oranın müdavimlerinden idi. Ebu Nuaym, Hilyetu'l-Evliya adlı eserinde: Ebu
Hureyre Suffa'da yaşayanların arifi (onların temsilcisi) ve orada kalanların en
ünlüsüdür. Allah en iyi bilendir.
(METNİN MEŞHURLUĞU) Hadisin metnine gelince,
son derece sahih, pek muazzam bir hadistir, mütevatir olduğu dahi söylenmiştir.
Ebu Bekr el-Bezzar Müsnedinde bu hadisi Nebi (s.a.v.)'den ashab-ı kiram da
(r.a.) kırk'a yakın kişinin rivayet ettiğini belirtmektedir. İmam Ebu Bekr
es-Sayrafi de Şafii' nin Risalesini şerhinde -Allah ikisine de rahmet buyursun-
bu hadisin merfu olarak altmış sahabiden daha fazla kişiden rivayet edildiğini
nakletmektedir. Ebu'l-Kasım Abdurrahman b. Mende ise bu hadisi rivayet
edenlerin isimlerini zikretmiş ve onların yetmiş sekiz kişiye kadar
vardıklarını tespit etmiş, sonra da: Ve daha başkaları da bunu rivayet
etmiştir, demiştir.
Kimi
hadis hafızı bunun altmış iki sahabiden rivayet edildiğini belirtmektedir.
Bunların arasında cennetlik olduklarına tanıklık edilmiş aşere-i mübeşşere de
vardır. Ayrıca şunu eklemektedir: Aşere-i mübeşşere'nin tamamının bundan başka
ittifakla rivayet ettikleri bir hadis bilinmemektedir. Yine altmıştan daha
fazla sahabi tarafından rivayet edilen bunun dışında bir hadis de
bilinmemektedir. Hatta kimisi bunu ashabtan iki yüz kişi rivayet etmiştir demiş
ve bunun daha fazlasını söyleyenler de olmuştur.
Buhari
ve Müslim bu hadisi Sahihlerinde ittifakla Ali, Zubeyr, Enes, Ebu Hureyre ve
başkalarından tahric etmişlerdir. el-Cem'u beyne's-Sahihayn adlı eserin
müellifi Ebu Abdullah el-Humeydi'nin Enes'in rivayet ettiği hadisi Müslim'in
tek başına naklettiği münferid rivayetler arasında zikretmesi ise doğru
değildir çünkü her ikisi de bunu ittifakla rivayet etmişlerdir. Allah en iyi
bilendir.
(LAFZI VE AÇIKLAMASI) Nebi (sallallahu aleyhi
ve selleml'in: "Cehennemdeki yerine hazırlansın" buyruğu hakkında
ilim adamları oraya yerleşsin, konaklasın anlamında olduğunu söylemişlerdir.
Cehennemdeki yerini edinsin diye de açıklanmıştır. Hattabi dedi ki: Bunun asıl
anlamı develerin çöktüğü yer ile alakalıdır. Diğer taraftan bunun emir lafzı
ile yapılmış bir (bed)dua olduğu da söylenmiştir. Yani Allah onu böyle bir yere
koysun, yerleştirsin demektir. "Cehenneme girsin" ifadesi de
böyledir. Bunun emir lafzında haber olduğu da söylenmiştir. Yani: Böyle bir
kişiye cehennemde kalacağı yere gitmesi vacip olmuştur. O halde kendisini buna
alıştırsın. Bu manaya "cehenneme girsini boylasın" şeklindeki diğer
rivayet de delildir. Bir başka rivayette ise: "Onun için cehennemde bir ev
bina edilir" denilmektedir.
Hadisin
manasına gelince, işte böyle birisinin cezası budur, bu ceza ile
cezalandırılabilir, kerim olan Allah onu af da edebilir. Kesin olarak cehenneme
gireceği söylenmez. İşte küfrün dışındaki bütün büyük günah sahipleri hakkında
yapılmış cehennem tehdidine dair bütün rivayetlerin durumu budur. (1/68) Bütün
bu gibi günahlar ile ilgili yapılmış tehditler hakkında bu kişinin cezası
budur, bu cezayı görebilir de, affedilebilir de. Ayrıca cezalandırılıp da
cehenneme konulacak olursa ebediyen orada bırakılmaz. Yüce Allah'ın lütuf ve
rahmeti ile oradan çıkması kaçınılmazdır. Tevhid üzere ölmüş hiçbir kimse
cehennem ateşinde ebedi kalmaz. Bu ehl-i sünnet tarafından ittifakla kabul
edilmiş temel bir kuraldır, Allah
Teala'nın izniyle biraz sonra iman bölümünde bunun delilleri gelecektir.
Yalan:
Mezhebimize mensup kelam alimlerine göre bir şey hakkında gerçek durumunun
hilafına -kasten ya da yanılarak- haber vermektir. Ehl-i sünnet mezhebine göre
yalan budur. Mutezile ise bunun kastim olması şarttır, demişlerdir. Bu
hadislerin hitap delili ise bizim lehimizedir çünkü Nebi (s.a.v.) yalanı kasten
yapmakla kayıtlamış bulunmaktadır çünkü yalan söylemek kasten de olabilir,
yanılarak da olabilir. Bununla birlikte icma' ve Kitap ve Sünnette meşhur olan
naslar unutanın ve yanlışlık yapanın günah kazanmasının söz konusu olmadığı
hususunda birbiriyle uyumlu ve biri diğerini güçlendirecek şekilde gelmiş
bulunmaktadır. Buna göre Nebi (s.a.v.) eğer mutlak olarak yalan söylemeyi söz
konusu etmiş olsaydı, unutanın da aynı şekilde günahkar olacağı
düşünülebilirdi. Bundan dolayı bunu (kasti olmak) ile kayıtlamış bulunmaktadır.
Mutlak olarak gelmiş rivayetler de kasti olmakla kayıtlanarak gelmiş bulunan
rivayetlere göre yorumlanır. Allah en iyi bilendir.
Hadisten Çıkan Sonuçlar
Şunu
da bilelim ki bu hadis çeşitli faydalı hususları ve birtakım kuralları
kapsamak:adır:
1- Ehl-i sünnetin, yalan, bir şey hakkında
bulunduğu durumun hilafına -kasten olsun, yanılarak olsun- haber vermeyi kapsar
şeklindeki kuralını tespit etmektedir.
2- Nebi (s.a.v.) adına yalan söylemek, büyük çapta
bir haramdır ve bu pek büyük bir hayasızlık ve helak edici büyük bir günahtır.
Bununla birlikte böyle bir yalan söylemeyi helal kabul etmedikçe bundan dolayı
kişi kafir olmaz. Çeşitli taifelere mensup ilim adamlarının meşhur kanaati
budur.
Mezhebimiz
(Şafii) mensubu imamlarından birisi olan İmamu'l-Harameyn Ebu'l-Meali'nin
babası Şeyh Ebu Muhammed el-Cuveyni şöyle diyor: Bir kimse Nebi (s.a.v.)
aleyhine kasten yalan uydurmak ile kafir olur. İmamu'l-Harameyn babasının bu
görüşünü nakletmekte ve derslerinde:
Kasten
RasuluIlah (s.a.v.) adına yalan uyduran kimse kafir olur ve kanının akıtılması
hederdir, dediğini nakletmektedir. Bununla birlikte İmamu'l-Harameyn bu görüşün
zayıf olduğunu belirterek şunları söylemiştir: Bizim mezhep alimlerimizden
böyle bir görüş ortaya atanı görmedim. Bu büyük bir yanlışlıktır, doğrusu da
bizim az önce kaydettiğimiz cumhurun kanaatidir. Allah en iyi bilendir.
Diğer
taraftan bir tek hadiste dahi RasuluIlah (s.a.v.) adına kasten yalan söyleyen
bir kimsenin fasık olduğuna hükmedilir ve bütün rivayetleri reddedilir, bütün
rivayetlerinin delil gösterilmesi de artık batıl olur.
Eğer
tövbe eder de, samimi bir .şekilde tövbesine bağlı kalırsa ilim adamlarından
bir topluluk -Ahmed b. Hanbel, Buhari'nin hocası ve İmam Şafii'nin arkadaşı Ebu
Bekr el-Humeydi, Şafii mezhebimize mensup fukahadan aralarında usul ve fıkıh da
ileri geçmiş muteber kimselerden olan Ebu Bekr esSayrafi'nin de bulunduğu- bir
topluluk bu hususta tövbesinin herhangi bir etkisinin olmayacağını, ebediyen
rivayetinin kabul edilmeyeceğini, aksine her zaman için cerh edilmiş bir ravi
olarak kalmaya devam edeceğini söylemişlerdir.
Hatta
Ebu Bekr es-Sayrafi mutlak bir ifade kullanarak şöyle demiştir (1/69): Aleyhine
tespit ettiğimiz bir yalan sebebiyle nakilcilerden haberini düşürüp, itibar
etmediğimiz herbir kimsenin ortaya çıkacak herhangi bir tövbesi dolayısıyla
haberini tekrar kabul etme cihetine gitmeyiz. Naklini zayıf kabul ettiğimiz bir
kimsenin artık bundan sonra (rivayetini) kabul etmemiz mümkün değildir. İşte
bu, rivayetin ve şahitliğin ayrıldığı hususlardandır.
Ben
bu kanaate sahip olanların lehine herhangi bir delil görmüş değilim. Bunun
sebep olacağı fesadın büyüklüğü sebebiyle Nebi (s.a.v.) adına yalan uydurmaktan
ileri derecede sakındırmak ve vebalinin ağırlığına dikkat çekmek maksadıyla
söylendiği şeklinde yorumlanması mümkündür. Çünkü böyle bir şey kabul edilecek
olursa kıyamet gününe kadar devamlı bir şeriat halini alır. Oysa başkasının
adına yalan uydurmak ve şahitlikte yalan söylemek böyle değildir. Bunların
sebep olacağı kötülük sınırlıdır, genel değildir.
Derim
ki: Bu imamların zikrettikleri bu kanaat zayıftır, şer'i temel kurallara
aykırıdır. Tercih edilen ise böyle bir durumda bu kimsenin tövbesinin sahih
olacağını kesin olarak kabul edip, bilinen şartları ile sahih bir şekilde tövbe
ettiği ortaya çıktıktan sonra rivayetlerinin kabul edileceğidir. Sözkonusu bu
şartlar ise masiyetten kesinlikle vazgeçmek, onu yaptığına pişman olmak ve bir
daha o masiyete dönmemek üzere kesin karar vermektir. İşte şeriatın temel
kurallarına paralel kanaat budur.
Diğer
taraftan kafir iken Müslüman olan kimsenin rivayetinin sahih olacağını icma ile
kabul etmişlerdir. Esasen ashab-ı kiram'ın çoğunluğunun da vasfı bu idi. Yine
böyle bir kimsenin şahitliğinin kabul edileceğini de icma ile kabul
etmişlerdir. Bu hususta ise şahitlik ile rivayet arasında bir fark yoktur.
Allah en iyi bilendir.
3- Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) adına yalan uydurmanın
haram oluşu, ahkama dair olması ile teşvik, korkutma, öğütler ve buna benzer
hüküm ihtiva etmemesi arasında bir fark yoktur. Bütün bu hallerde onun adına
yalan uydurmak, icmaları muteber kabul edilen Müslüman ilim adamlarının icmaı
ile büyük günahların en büyüklerinden, çirkin işlerin en çirkinlerinden haram
bir iştir. Terğib ve Terhib (Teşvik ve korkutma) ile ilgili hadis uydurmanın
caiz olduğu şeklindeki batıl bir kanaate sahip bulunan Kerramiye taifesinin
kanaati ise bunun aksinedir. Kendilerinin zahid olduğunu ileri süren yahut
onlar gibi cahillerin zahid olduğunu söyleyen pek çok bilgisiz kimse de bu
hususta onların peşinden gitmiştir. Bu batıl kanaate sahip olmaya kendilerini
iten ise hadisin bir rivayetinin "bu yolla saptırmak maksadıyla kasti
olarak benim adıma yalan söyleyen kimse cehennemdeki yerine hazırlansın"
diye rivayet edilmiş olmasıdır.
Bazıları
da böyle bir yalan Nebi (s.a.v.)'in aleyhine değil, onun lehinedir demişlerdir
fakat onların bu tutumları bu işleri ve bu şekildeki delil göstermeleri en
ileri derecede bir bilgisizlik ve gafilliğin en son noktasıdır. Onların
şeriatın temel kurallarından herhangi bir şey bilmeyecek kadar alabildiğine
uzak olduklarının da en açık bir delilidir. Hatta bu kanaat sahipleri kendi sığ
akıllarına ve gerçekten uzak ve bozuk zihinlerine yakışan pek çok muğalatadan
oluşan birtakım sözler de bir araya getirip toplamışlar ve böylelikle aziz ve
celil Allah'ın şu buyruğuna da muhalefet etmişlerdir:
"Bilmediğin
bir şeyin ardına düşme çünkü kulak, göz ve kalbin her biri ondan
sorumludur." (İsra, 36) Diğer taraftan bunlar bu mütevatir hadislerin
ayrıca yalan şahitliğin büyük bir günah olduğunu açıkça ifade eden meşhur
hadislerin açık seçik ifadelerine, hal ve akd ehlinin icmaına muhalefet
ettikleri gibi, herhangi bir kimse aleyhine yalan uydurmanın haramlığını ortaya
koyan daha başka diğer kesin delillere de muhalefet etmişlerdir. Durum böyle
iken sözü şeriat, kelamı vahiy olan bir kimse adına yalan uydurmanın hükmü ne
olur?
Ayrıca
bir kimse onların söylediklerine bakacak olursa yüce Allah'a da iftira etmiş
olduklarını görür çünkü yüce Allah: "O hevadan konuşmaz, o(nun sözü) ancak
vahyedilen bir vahiydir." (Necm, 3-4) buyurmaktadır. En şaşırtıcı husus
ise onların bu onun lehine bir yalandır demeleridir. Bu ise onların Arapçayı ve
şeriatın hitap tarzını bilmediklerini göstermektedir çünkü bütün bunlar bu işi
bilenlere göre onun aleyhine (onun adına) bir yalandır.
Onların
delil diye sarıldıkları hadise de ilim adamları çeşitli şekillerde cevap
vermişlerdir. Bunların en güzeli ve en kısa olanları hadiste zikredilen
"onunla insanları saptırmak için" şeklindeki fazlalıktır. Bu, hadis
hafızlarının batıl olduğunu ittifakla kabul ettikleri ve hiçbir şekilde sahih
olarak bilinmediğini ifade ettikleri batıl bir fazlalıktır.
İkinci
cevap ise Ebu Ca'fer Tahavi'nin verdiği cevaptır. Eğer bu ibare sahih dahi
olsaydı, tekid için olurdu. Yüce Allah'ın: "İnsanları saptırmak için bir
bilgiye dayanmaksızın Allah'a iftira eden kimseden daha zalim kim
olabilir?" (En'am, 144)
Üçüncü
cevaba gelince "saptırmak için" anlamındaki buyruğun başına getirilen
"lam" harfi ta'lil lam'ı değildir. Aksine bu lam akıbeti bildiren ve
sonunda varılacak yeri anlatmak için kullanılan lam harfidir. Bunun da anlamı:
Söylediği
yalanın akıbeti ve varacağı nokta onunla insanları saptırmaktır şeklindedir.
Yüce Allah'ın: "Sonra Firavun hanedanı onu aldılar çünkü sonunda onlara
bir düşman, bir tasa olacaktı." (Kasas, 8) Gerek Kur'an-ı Kerim'de, gerek
Arap dilinde bunun benzerleri sayılamayacak kadar çoktur. Buna göre hadisin
anlamı da şöyle olur:
Onun
söylediği yalan sonunda saptırıcı olur.
Özetle söyleyecek olursak onların bu kanaatleri ayrıca zikredilmeye
değmeyecek kadar tutarsız, bunun püskürtülmesi için uğraşmayı gerektirmeyecek
kadar önemsiz, çürütülmesine gerek olmayacak kadar da çürük ve bozuktur.
4- Uydurma hadisin uydurma olduğunu bilen yahut
ağırlıklı kanaati ile uydurma olduğunu zanneden kimse tarafından rivayet
edilmesi haramdır. Uydurma olduğunu bilen yahut zanneden bir kimse böyle bir
hadisi rivayet edip de ravilerinin durumunu ve zayıflığını açıkça ortaya
koymayan bir kimse de bu tehdidin kapsamına girer. Rasulullah (s.a.v.) adına
yalan uyduranlar arasında sayılır. Yine buna daha önce geçen: "Kim benden
yalan olduğunu gördüğü bir hadisi nakledecek olursa o yalancılardan
birisidir" hadisi de delildir.
Bundan
dolayı ilim adamları şöyle demişlerdir: Bir hadis rivayet etmek yahut zikretmek
isteyen bir kimsenin hadise bakması lazım. Eğer sahih ya da hasense Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu yahut şunu yaptı ya da buna benzer kat'i bir ifade kullanarak
rivayet eder. Şayet hadis zayıf ise buyurdu, yaptı, emretti ya da yasakladı
şeklindeki bir ifadeyi ya da buna benzer kesinlik anlatan herhangi bir ifadeyi
kullanmayarak aksine ondan şu rivayet nakledilmiştir yahut ondan şu rivayet
gelmiştir ya da rivayet edilmektedir, zikredilmektedir, nakledilmektedir,
denilmektedir ya da bize ulaştığına göre ve benzeri bir ifade kullanmalıdır.
Şanı yüce Allah en iyi bilendir.
Yine
ilim adamları şöyle demiştir: Hadis okuyan bir kimsenin nahv, lugat ve
ravilerin isimlerini, onun söylemediği sözleri söylemiş gibi nakletmeyecek
derecede bilmesi gerekir. Şayet hata olduğunu bildiği bir husus rivayet yoluyla
sahih olarak nakledilmiş ise selef ve haleften büyük çoğunluğun kabul ettiği
doğru kanaat, onun hadisi doğru şekliyle rivayet edeceği fakat kitapta bunu
değiştirmeyeceği ancak haşiyede rivayette bu şekilde geldiğini ama doğru olanın
farklı bir şekil olan şu şeklin olduğunu yazması ve rivayetin bulunduğu yerde
bu hadiste bu şekilde vaki olmuştur yahut rivayetimizde böyledir ancak doğrusu
da budur, demesi gerekir. Çünkü böyle bir yol izlemek, maslahata daha uygundur.
Kendisi hatalı olduğuna inanmakla birlikte başkasının bildiği uygun bir açıklaması
da bulunabilir. Şayet yazılı kitabın değiştirilmesi yolunu açacak olursa ehil
olmayan kimseler de bu işe kalkışmak cesaretini gösterebilir.
İlim
adamları der ki: Hadis rivayet eden ve okuyan kimse, bir lafzı okumakta
tereddüt gösterecek olup da onu şüphe ettiği bir surette okuyacak olursa, hemen
onun akabinde "ev kema kal: yahut nasıl buyurduysa öyle" demesi
gerekir. Allah en iyi bilendir.
Bundan
önceki fasıllarda bilgisi tam bir kimsenin mana yoluyla rivayet nakletmesinin
caiz olup olmadığına dair görüş ayrılıklarını da zikretmiş bulunmaktayız.
İlim
adamları şöyle demişlerdir: Mana yoluyla rivayet nakleden kimsenin rivayeti
naklettikten sonra: Ev kema kal, ev nahvu haza: yahut buyurduğu gibi ya da buna
yakın demesi müstehaptır. Nitekim ashab ve onlardan sonra gelenler böyle
yapmıştır. Allah en iyi bilendir.
Zubeyr,
Enes ve diğer sahabilerin (Allah onlardan razı olsun) Rasulullah (s.a.v.)'den
rivayet nakletmekten ve ondan çokça rivayette bulunmaktan çekinmelerine
gelince, yanlış yapmaktan ve unutmuş olmaktan korkmalarından dolayıdır. Yanlış
yapan ve unutan bir kimsenin günahkar olması sözkonusu olmasa dahi bu hususta
ihtiyatı elden bıraktığından ötürü kusurlu hareket edebilir ya da benzeri bir
tutum ona nispet edilebilir. Unutan kimse ile ilgili birtakım şer'i hükümler de
bulunmaktadır. Telef edilenlerin tazminatının ödenmesi, taharetin bozulması ve
buna benzer bilinen hükümler gibi. Şanı yüce Allah en iyi bilendir.